Başkanlık Sistemi Üzerine
Yönetilmek ve Başkanlık sistemi
Türkiye’ye yeni gelen ancak dünyanın birçok yerinde oturmuş görünen başkanlık sistemi üzerine konuşmak için
öncelikle süreci daha genel bir bakış açısıyla ele almalı ve nerelerden geçerek evrimleştiğine bir göz atılmalıdır. İlk olarak Sistemin
tanımı (Viipedia) :
-Başkanlık
sistemi, devlet yönetiminde tek bir kişinin başkanlığında hükûmet
etme ve devleti yönetme esasına bağlı siyasi sistem. (^ TDK: Başkanlık sistemi maddesi.)
-Yasama, yürütme
ve yargı ilkeleri arasında katı bir ayrılığa dayanan temsili bir yönetimdir.
(^ Başkanlık sistemi (Ohan
Matbaacılık bas.). Beyoğlu, İstanbul: AnaBritannica c.3. s. 470. ISBN 975-7760-54-4.)
Bu tanımlarda sistemin bir başkan çevresinde kurulduğu yönetim biçimi olduğu görülmekte. Bunun anlamı toplumu ve devleti yöneten temsili bir kişi olması ve insanların ona onay vermesidir.“Neden bir başkan tarafından yönetilen bir sistemi kabul edilir?” sorusundan önce “Neden yönetiliyoruz?” diye sormak gerekir.
İnsan doğası gereği diğer hayvanlardan farklı olarak çok fazla bakıma muhtaç halde doğar ve dolayısıyla yaşamak için bir aileye ihtiyacı vardır. Ancak aile içinde yaşayabilmek belirli görev dağılımlarına ve bunun işlerliği için de birinin sistemi kontrol etmesine ihtiyaç duyar. Sebep her zaman insanların doğa karşısında tek başlarına hiçbir şey yapamayacakları ve işler sistemleri olmadıkça da varlıklarını sürdüremeyecekleridir. Tabi insandaki sorun çözme aile ile sınırlı kalmaz ve sorunlar arttıkça aile kabileye, kabile millete, millet imparatorluğa vs dönüşür. Ancak burada ortak bir görev bilinci elzemdir. Ortak bir sorun, vahşi hayvanlar, açlık, doğal afet ya da düşman topluluk varsa aile millete dönüşür yani. Temelinde daha rahat ve mutlu yaşamak gibi bir amaç var ve bu gibi ortak amaçlar arttıkça da topluluğa bağlılık artar. Ayrıca insan kendi topluluğunun/milletinin/tarikatının gelişimi ile kendisinden sonra da var olacağını (kendisinin aksine) bildiğinden o toplum için yaşamaya ve çalışmaya gönüllü olacaktır. İşte bu noktada bireyin yönetilmesi devreye girer. Zira yönetilmek kendinden taviz vermeyi gerektirir ve her sistem için bu elzemdir çünkü insanoğlunun kötülük ve hata potansiyeli toplumun ya da türün sonunu getirecek gücü bulmamalıdır.
Monarşi’nin Doğuşu
Dünyanın farklı bölgelerine yerleşen insanlar bölgeye ve kendi düşüncelerine göre yönetim biçimleri oluşturmuşlarsa da çok büyük bir kısmının başlangıçtaki aile gibi tek bir birey tarafından yönetildiğini görürüz. Krallar, padişahler, emirler, hanlar…. Tabi yöresel farklar da var. Örneğin birçok ilkel yörede yönetici çok fazla kurala (tabuya) maruz kalmıştır hatta öyle insanların zorla kral yapıldığını ve kaçmak hatta kral olmamak kendini öldürmek gibi durumları görürüz. (Freud : Totem ve Tabu kitabı) Bir diğer durumda ise yönetici herkesi ve her şeyi kendine ait görür ve tanrısal bir yaklaşımla ülkesini yönetir. Türkiye ve Türkler içinse durum bunun tersidir. Yönetici toplumu kendine ait değil kendini topluma ait görür. En azından başarılı liderler için bunun böyle olduğu ortadadır ki bu liderler adeta yaşamlarını bir kenara bırakmışlardır.
Süreç ilerledikçe Topluluğun
genişliği ya da kapsamı arttıkça tek kişinin toplumu yönetmesi imkansızlaşır. Dolayısıyla hükümdarın
kendini temsil edecek paşalara, sadrazamlara, ağalara, feoadal beylere,
valilere vb devlet yetkililerine ihtiyacı vardır. İşte bunlar da yukarıda
bahsettiğimiz aidiyet zihniyetine göre topluluklarına davranırlar. Tahmin
edileceği gibi milleti için fedakarlık yapanların olduğu topluluklar diğerlerine nazaran daha kalıcı olur. Bu bağlamda Türkiye bölgesinde en azından bizim varlığımız döneminde feodalite ve burjuvazi sistemlerinin oluşmaması
anlamlıdır ve günümüzde de kapital ya da emperyalist zihniyetin benmerkezciliğinden
(bir dereceye kadar) uzak kalınması önemlidir.
Yasama Yürütme Yargı
Görevler
ve dağılımları arttıkça topluluklar için kuralları kimin belirlediği (yasama) bu
kuralları kimin uyguladığı (yürütme) ve kimin denetlediği (yargı) önem kazanır.
Çünkü artık denklemde çok fazla eleman vardır. Farklı topluluklar ve farklı
inançlar olduğu gibi farklı ırklar da birleşmiş ve halk kavramı
yavaş yavaş oluşmaya başlamıştır ve yönetilenler aralarındaki
farklardan dolayı kendileri için koyulan kuralları sorgulamaya başlarlar. Bir noktada kendilerinden olmayan bir aileye itaat de zayıflar. Bu noktaya kadar sistemlerde yönetici üç sisteme de hakimdir ancak yöneticilerin hataları da eklenince ve
halktan uzak olmaları gibi durumlarda artık halklar yöneticiye hesap sormak hakkını
kendilerinde görmeye başlar. Örneğin İngiltere’de
halk demokrasi için adımlarını atarken ve Kralı sınırlamak ve etkisini azaltmak
amacıyla (Magna Carta) hareket ederken, Türkiye’de aynı hareket farklı bir yolla Padişahın ve
halifenin hükümlerini verirken insanlara danışması gereğinden yola çıkılarak
oluşmuştur. Sonuç ise güçlerin ayrılması.
Meşrutiyete geçiş ve Cumhuriyet
İnsanlar
sorguladıkça ve farklı gruplar bir araya geldikçe her grup kendi temsilcisinin ve
düşüncesinin ülkeyi yönetmesini ister. Ancak bunun olması imkansız olduğundan
temsilcilerin bulunduğu bir grubun yönetimde olması mantıklıdır. Bu grup meclis
(parlemento) olarak adlandırılır. Ancak hükümdarlıktan meclis yönetimi olan
cumhuriyete geçiş ne kadar mantıklı olsa da yerleşmiş düzeni yıkmak ve inançları
kırıp yeni adımları atmak için aşırı durumlar gerek. Ayrıca halkın temsil ihtiyacı gibi etkenler olunca da ilk başta meşrutiyet bir ara yol işlevi görür. Tabi işler çığırından çıkıp da kanlı savaşlar ve devrimler oluştuğu yere kadar.
Bizde şöyle bir farklılık var: Savaşların ve toprakların kaybedilmesi ve insanların gözlerini sorumlulara dikip hesap sormak için kanlı eylemlere kalktığı, demokrasilerini ilan eden halkların aksine Türkiye’de durum çok daha farklıdır. 1.Dünya Savaşı sonrası çok zor şartlarda eli kolu bağlanan bir padişahın yerine halkı için ortaya çıkan Atatürk ve getirdiği Kemalizm ile Halkı aşağıdan yukarıya değil yukarıdan aşağıya demokratikleşmiş ve eninde sonunda olacak cumhuriyetin ilanı kansız bir şekilde gerçekleşmiştir. Devrimi yapamayan halkın yerine çıkıp yapmış ve halk ona uymuş diyebiliriz ki bu çok daha iyi kanımca. Sonuç olarak yasama mecliste, yürütme ise hükümet ya da kabine sistemindedir ve yargı da bağımsızdır dolayısıyla güçler ayrılığı var. Parlementer yani meclis ağırlıklı yeni bir sistem.
Parlementer Sistem ve Başkanlık Sistemi
Parlementer
sistemde yürütme yasamanın kontrolünde. Yani hükümeti meclis kontrol ediyor ve bu meclsi güçlü bir meclis. Ülke başkanı ise hükümetten uzak devleti temsil
eden kişi ve yönetimde uygulama yetkisi olsa da siyasi partilerden uzak
durma şartı var. Temsili bir hükümdarın bulunduğu meşrutiyetten farkı ise bu
başkanın da seçimle yani halk onayıyla gelmiş olması ve yetkilerinin de
hükümdarın meşrutiyetinden çok daha az olması.
Başkanlık
sisteminde ise ülke başkanı ile hükümet başkanının aynı kişi olmasının yanısıra
başkanın meclise karşı daha güçlü olduğu bir sistemden bahsedebiliriz. Türkiye’de
uygulanan başkanlık sisteminin Amerikan sistemi arasındaki fark ise arada seçim
kurulu olmaması ve direkt halkın seçiminin geçerliliği. Bu sistemde yasama
organının başkanı denetleyebilmesi çok ama çok önemli çünkü eğer başkan
gücünü kötüye kullanırsa bunu engelleyecek başka bir kurum da yok. Ayrıca
Türk usulü sistemde başkanın Yargı üzerinde de dolaylı olarak etkili olması (Hakim
ve savcıların birçoğunu ataması gibi) güçler ayrılığını tehlikeye sokuyor ve artırılan vekil sayısının da yasamaya etkisi şüpheli. Sistem zor zamanlar için iyi bir yönetici eşliğinde mükemmel anlatılıyor ancak ne zor zaman ne iyi bir yönetici yoksa ortada, sanırım bu zor zamanı kendisi getirecek.
Neden Sürekli Sistem Değişimi
Türkiye
kuruluşundan beri sistemini defalarca kere değiştirmeye kalkmıştır. Bunu darbelerde değil üç defa anayasa değişikliğiyle anlıyoruz. Yönetim genelde
sorunların kaynağı olarak anayasa ve sistemi suçlu gördükçe de ülke sisteminin
sürekli değişime maruz kalıyor. Bugün de muhalif bir kesim eski
parlementer rejimi isteyenler olmakla birlikte eyalet sistemi gibi öneriler ve
hatta Osmanlı’dan bile bahsedenler var. Sonuncu seçenek olasılık
dahilinde olmadığı halde durumu göstermesi açısından önemli. Çünkü Türk yönetimi
ve bakış açısı sorun kaynağı olarak sistemi gördükçe ve asıl kaynağı gizledikçe
de daha çok değişimler olur ancak gelişim olmayacaktır. Sistemi yalama yapmak yerine asıl soruna mı odaklansak? Eğitim ve yolsuzluk gibi...
Yorumlar
Yorum Gönder