Yeni Yıl İçin Yeni Kararlar Alacaklara Bir Tavsiye : "Less is More"

    

Farklı Bir Açıdan

        Yılbaşı, doğum günü, sevgililer günü, Dünya yalnızlar günü, Uganda'nın kurtuluşu ya da 28 Kasım gibi herhangi bir gün; insanların bir durup hayatlarının b.ktan kısımlarını değiştirmek için birtakım kararlar aldığı bir gün oluyor. Tabi ardından bazen bir saat bazen de bir yıl sonra bu kararların uygulanmadığı, vazgeçildiği ya da unutulduğu gerçeği geliyor. Bunun bir sürü sebebini biliyoruz: İrade eksikliği, hastalık, ekonomik sıkıntılar, düşük zeka, dış mihraklar.....

 
    Özetle bir sürü eksiklik sebep ya da bahane ediliyor. Savsaklayanlar bir kenara çok fazla emek verip de bir adım ilerleyememek gibi bir gerçeklik ortada olunca sebebin eksiklikler olduğunu söylemeyi yeterli bulmuyorum. Kanımca bu kadar insanın var gücüyle eksiğe odaklanması ve gene de çözüme ulaşamamasının sebebi, eksiklikleri gidermek üzerine bir dünya görüşünün kurulması. Yani çözümün kendisi sorunun sebebi belki de.

     Halbuki duruma farklı bir açıdan bakmak kararlarımızın çoğunu gerçekleştirmenin önünü açabilir. Mimarlık eğitiminde öğrendiğim iki ezber cümle, ağızlara sakız edilmiş bir konsept; üzerine düşününce hayatını rayına oturtacak bir yönteme dönüşebilir. Uzatmadan söyleyeyim sözkonusu kavramlar Modern mimarinin de sloganı sayılan "Less is More" ve "Süsleme Cinayettir" kavramları. Daha ziyade bir düşünce yapısı ya da bir yaşam sdili.

    Bu yaklaşımların farkı, odağında eksikten ziyade fazlanın olması. Sorunu eksiklikte değil yeter fazlasında görmesi. Her şeyin daha da fazla olmasının değerli sayılması gibi varoş bir görüşün hayatın her noktasına iyice yer ettiği günümüzde belki de verilebilecek en uygun tepki. İrdeleyelim:

Yapı Açısından Less is More

       



Yukarıdaki yapılar bir dönemin en değerli, en önemli yapılarıydılar. Yapı olarak hala öyle olmakla beraber yapım tarzı olarak bu derece süslemenin ve ihtişamın önemi modern dönemle beraber yok oldu. 

    Çünkü; süslemenin ve ihtişamın zor elde edildiği zamanlarda bu tarzda inşa edilen yapılar dikkati çekiyordu, zenginlik gösteriyordu ve ihtişamıyla büyük değere sahipti ancak sayılar çoğaldıkça dikkat çekmek için olanın dikkat dağıtıcı olduğu, karmaşaya sürüklediği ve insanın bağlamını kaybettirdiği, en vurucusu da yapının insanı ezdiği gerçeği göze çarpmaya başlamıştı.

     İnsan odaklı bir yaşamın, bireyselliğin arttığı hümanizma çağının mimaride bu tip bir yaklaşıma ne karşılık vereceğini tahmin etmek zor değil. Süsleme en sert tabirle cinayet olarak lanse edildi ve işleve yani insanın yaşamına odaklı yapılar en değerli yapılar olarak anılmaya başladı. Bir ahırın bir saraydan mimari olarak daha değerli sayıldığı bir dönem geldi çattı. Artık yapılar insanın hayatına giriyordu. İnsanlar yapılara değil. Bir örnek:

 


                

    Bu bakış açısının sanayileşme ve bilim döneminde yerleşmesi tesadüf değil elbet. İnsanlar çözüm odaklı, üretim (işlev) odaklı oldukça yapıları da ona göre evrim geçirmek zorunda. İşlevi engelleyen her şey de cinayetle eşleşecek kadar büyük suçlar olarak görülmeye mahkum. Laboratuvarda araştırmacının değeri sarayda bakanın değerinden fazla olduğu müddetçe bu böyle.

İnsani Açıdan Less is More

    Benzerliği yakalayabildiniz mi bilmiyorum ancak açık söylemek gerekirse bugün insanlar da Modern döneme ulaşan yapılar durumundalar. Eskiden bir yol bulmak, bir bakış açısına sahip olmak, hayal kurmak, iş başarmak, potansiyel sahibi insanlara ulaşmak, herhangi bir şey üretmek, geliştirmek, bir meslek sahibi olmak, bir aile kurmak hayatın değer katan süsleri idi. Bugün bunlara o kadar çok fazla ve farklı seçeneklerde sahibiz ki süslerin içinde boğuluyoruz.
     Bizden önceki birçok insanın hayat amacı olan seçeneklerin biz bugün binlercesine sahibiz. Dil öğrenmek istiyorsun onlarca yol var, yazmak-çizmek mi istiyorsun yüzlerce mecrası, üretmek istediğin bir şeyin binlerce yöntemi mevcut. Kıyamet gibi hobi alanımız var. Her şeye ulaşmak 20 yıl öncesine göre kat kat kolaylaşmış durumda. Bir önceki neslin hayalleri senin çoktan geride bıraktığın gerçekler oldu bile. 

    Ancak eski bakış açısı bu noktada bize yetmiyor. Daha da fazlasını istemeli ve hedeflemeli ki bizden öncekileri geride bırakmalı diyebilirsiniz ama...

    Hayır.
    Yapının süs ve ihtişamının insanı ezdiğinden bahsetmiştim işte durum şuan insanın sahip oldukları için aynen geçerli. İnsanlar öylesine fazla seçenek arasında sıkışık ki ya hepsini elden geldiğince yapacağım diye heba oluyorlar ya da bunun mümkün olmadığını anlayıp vazgeçiyorlar. 

("Merkeze parayı, ünü alıyorlar. Hep daha fazlasını yapacağım derken yaşamadan ölüyorlar." gibisinden klişe örnekleri verecek halim yok zira bu durumda olanların kendisi de farkında.)


    Benim için asıl sorun merkeze daha değerli kavramları alacağım derken yanılanlarda. 
    Örneğin merkeze sözde kişisel gelişimi alanlar. Bir akım daha öğreneceğim, bir görüş daha tanıyacağım, bir bilmem ne kursuna daha katılacağım derken kendilerine yarar çok az şey yapanlardan bahsediyorum. 
    Ya da sözde kariyer merkezli düşünüp, bir diploma daha, bir sertifika daha, bir yatırım daha diyenler. Sonuç benzer.
    Ya da Aşk ya da anlamlı ilişkiyi merkeze koydum sanısıyla yola çıkıp da herkesle flört halindeki anlamsız ilişkiler yumağındaki gençliğin bir parçası olduğunu görenler var. 

....

    Örneklerimin ve birçok benzerinin ortak paydası seçenekler arasında kaybolmak ve pişmanlık esasında. Daha da kötüsü insanların kendilerini çevresindekilerden "daha..." olarak gördükleri için hissettikleri yoğun adaletsizlik hissi. Sanki herkes emeğinin karşılığını alıyor ya da hak etmediğini alıyor da bir biz almıyoruzcasına. (Bunda haklılık payı olduğunu görmeyecek kadar aptal değilim ancak kabul edelim haklılık payı düşündüğümüz kadar da yüksek değil) 

    Ayrıca evrenin ya da toplumun kimseye özel bir hırsı da yok. Bilakis herkes ve her şey bu karmaşa halinin içinde. İnsanların azı değil çoğu bu durumda ama herkes kendi eşsiz başarısızlığından bahsediyor.

    Halbuki sorunlar ve hisler ortak olduğu kadar hatalar da ortak: "Hep daha fazlası, daha doğrusu, daha güzeli" şeklindeki saçma yaklaşım. Bu paleokapital anlayış ile yeni dünyaya yaklaşırsak sonumuz eski yapılar ile yenileri arasındaki fark gibi olmayacak. Daha çok şöyle bir fark gibi olacak: 



    (Soldakinde daha fazla uğraş var ama sağdaki kendini bulmuş.)

Çözüm?

    Yapıların geçirdiği evrimi geçirmek. Süse değil işleve ihtişama değil insana yani kendine odaklanmak. Hedefleri değer yargılarına  göre değil kendine göre belirlemek ve en önemlisi kendine uygun işlevi (hayattaki yerini, sevdiklerini, değerlerini) tespit etmek.

Hayallerinin evine sahip olmak için hırpalanmak yerine hayal kurabileceğin yeri istemek misal. 

Ünvan peşinde koşmak yerine sevdiğin işi yapmak ya da yaptığını sevilir kılmak.

Hayallarini süsleyen prens/prenses yalanına kanmak yerine yolunda eşlik edebilecek birine emek vermek.

    Kısacası hedeflerdeki süsleri çıkarıp atmak. Yeni yıl için yeni hedefler belirlemek yerine bize halihazıdaki hedeflerimizi eksiltmek ile başlayalım derim ben. 

    Sen her şeyi yaparsın yeter ki iste diyen saçma motivasyon videolarında anlattığı gibi bir potansiyelinin, gücünün olmadığını biliyorum çünkü. Büyük şirketlerin ceolarının tavsiyelerini gerçekleştiremeyeceğini de. Kendileri de öyle yaşamıyor zaten. Sınırlarını bilmesem de sınırların olduğunu da, Gösünün daraldığını da biliyorum;)

    


Görsel kaynakları:
İlk Görsel
https://stylishclub.pt/news-media/mies-van-der-rohe-less-is-more/


2.,3.,4.Görsel
https://dergice.com/orta-cagin-tanrisal-eserleri-gotik-mimarinin-en-gorkemli-yapilari/

 5. Görsel
https://thedesigngesture.com/less-is-more-minimalist-architecture/

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

ÜÇ KİTAP, ÜÇ İNTİHAR (Notre Dame'ın Kamburu, Sefiller, Deniz İşçileri)

DİBİ GÖRMEK, SIFIRDAN BAŞLAMAK

İkarus'un Düşüşü Sırasında Bir Manzara Tablosu ve Önem Verme Üzerine