Monarşi üstüne kurulan Cumhuriyet Kavramı (Osmanlı-Türkiye)



Monarşi ve Cumhuriyet kavramlarını ülkemiz üzerinden değerlendirmeden önce bu kavramların ilişkisinin derin olduğunu söyleyelim zira ayrı kavramlar olmadıkları gibi birbirinin içine geçen bir sürü ortak kavrama sahipler..

 İlk olarak Monarşi

Tanımı;

“Bir ülke, millet, din v.b. herhangi bir topluluğun yöneticisinin tek bir kişi olması ve o kişinin hayatı boyunca bu işi yapma hakkına sahipliği ve  tabi babadan oğula geçiş”

şeklinde yapabiliriz. Bazı sorular sormak gerekiyor; İnsanlar neden monarşik bir sisteme ihtiyaç duydular? Bir kişi ya da ailenin diğerleri yönetmesine topluluk neden izin verir?

    Bunu anlamak için biraz uzak geçmişe, insanların kabileler halinde yaşadığı döneme gitmemiz gerekir. Birey olarak insanların aslında ne kadar güçsüz olduğu ve diğer canlılara karşı başarısızlığı ortadadır. Dolayısıyla insanlar (ve diğer primatlar da) hayatta kalmak için bir arada yaşamak zorundadır. Bunu da aile ile sağlarlar ancak söz konusu daha büyük sıkıntılar olduğunda insanlar aile olarak yeterli olmazlar. Örneğin bir bölgedeki derenin korunması ya da bir bölgede savaşmak zorunda olmak için birleşmeleri gerekir ve bunun için de bir yöneticiye ihtiyaçları vardır. Bu noktada bunun seçimle olacağını düşünmek ilkel insanı fazla ciddiye almak olur. Daha doğalı bu insanların aile sistemlerindeki baba figürünü bir lidere vermesi ve monarşik sistemin atası böylece oluşur. Öbür yandan yönetimin bir kişiye ya da aileye verilmesi de aile için iyi bir durum değildir çünkü ilkellere baktığımızda yöneticiler için hayatın çok zor olduğunu görürüz. Çok sert tabular vardır ve bu sebeple de kimsenin yönetici olmak istemediği kabilelere bile rastlanır. (Bu durumu da ele alan Totem ve Tabu’da çok fazla örnek bulunmakla beraber Freud daha sonra bu baba figürünün tanrı figürüne dönüşmesinden bahseder.) Yönetici için tabular zamanla yıkılmakla beraber yöneticinin yetkileri ülke büyüdükçe daha çok insana ulaşmış ve bu yönetici artık baba değil; topluluğa göre han, kral, padişah, halife, papa olmuştur.

Kabul etme sebebi sadece sistemin o dönemlerde faydalı olması değil ek olarak büyük çoğunluğun farklılığa yaklaşmamasıdır. İnsanların küçüklükten beri aynı şeye inanması ve onunla büyümesi onu savunmalarında da büyük etken olur. Bir Monarşik sistemin mottosu “Kral ne derse o olur, hüküm padişahındır” olsa da büyük hükümdarlar ülkedeki iç işlerinde halkı kendi kararlarında özgür bırakıp onlara yatırım yapanlar oldukları için halkın da bu duruma ses etmemesi gibi bir durum da vardır. (Sonuçta sadece vergi alan bir hükümdar var ve sana karışmayıp güvenini sağlıyor.)

Osmanlı Monarşisi

    Burada Türklerin Orta Asya geçmişlerine kadar bir han sistemi etrafında yaşadığını biliyoruz ancak Anadolu için durum biraz daha farklı. Anadolu’ya gelindiğinde burada çok farklı ırkların ve dinlerin iç içe olduğunu gören bölgedeki Türklerin diğer ülkelerde olan monarşiden etkilendiklerini söyleyebiliriz. Anadolu’da kurulan daha önceki birçok beylik gibi Osmanlı daha Türki bir sistemle ilerlese de zamanla ve büyüdükçe sistemi değiştirmeleri gerekmiştir ki yönetilen ırkların farklılığı da yöneticiyi ırk kimliğinden uzaklaştırmış ve imparator kimliğine (padişah) sokmuştur. (Daha sonrasında da dinin etkisiyle +halife).

Uygulamalara baktığımızda değindiğim gibi  Padişah’ın her dediği kanundur desek de aslında bölge halkına, bölge adetlerine, aile içi yaşama ve insanların dinine zorlama yapmayan bir hükümdarlık görürüz. Kendi ırkı ve dininin üretim, eğitim ve yönetmede etkin olması ve başka söz söyleyenin olmaması yeterlidir. 

Kabaca Osmanlı’yı yöneten padişahtır ama Osmanlı nedir? En başa dönersek insanların bir arada sıkıntılarını aşarak ve sorunsuz yaşamlarını sağlayan oluşum yani Devlet. Maddesel varlığı olmayan ve varlığını görevleri kanıtlayan bir varlık. Ancak bu kadar masum değil çünkü kendisine karşı bir güç hatta bir laf söylendiğinde çok sert bir ceza verme yetkisi var ki bunun sayısız kullanıldığını biliyoruz. 

Kısaca Osmanlı Monarşisi de diğer monarşiler gibi toplumun eğitim, sağlık, üretim vb her alanında söz hakkı bulunan ve vergileri, ödemeleri ve kanunları belirleyen bir “kişi”nin varlığını kabul eden bir sistem. Papa için de halife için de Kral için de durum aynı.

Cumhuriyet’e Geçiş

    Peki düzen bu şekilde ilerlerken ne oldu da insanlar yöneticilerinden uzaklaşarak kendi yöneticilerini kendileri belirlemek istediler? (Bu arada Cumhuriyetin tanımı:

    Cumhuriyet, hükûmet ya da devlet başkanının, halk tarafından belli bir süre için ve belirli yetkilerle seçildiği yönetim biçimidir. Egemenlik hakkının belli bir kişi veya aileye ait olduğu monarşi ve oligarşi kavramlarının karşıtıdır. (Vikipedia)"

    Öncelikle bu geçişin bir anda olduğu yanılgısını bir kenara bırakıp bakarsak sürecin hala devam ettiğini görürüz. İlk olarak Magna Carta ile başladığı tahmin edilen Cumhuriyet dünyanın birçok yeri için geçerli olsa da tüm dünya için geçerli değildir. İnsanlar hükümdarlarının kendilerine verilen görevi yani devlet olma ve işleri idare etme görevini kendi çıkarlarına kullandığını gördüklerinde  ve tabii çok sert bedel ödemek durumunda kaldıklarında bu kurumun nedenini sorguladılar. Sorgulanamaz olarak kabul ettikleri sistemin kendilerini sıkıştırdığını görünce de ona karşı çıktılar doğal olarak. Önce hükümdarın yetkilerini kısıtladılar ve kafasına göre hareket etmemesi gerektiğini öğrettiler. Magna Carta’da örneğin vergi almasına sınır koyulmuştur. Bizde insanlar sorgulamaya devam ettikçe bu yetkiler için birilerine danışılması gerekliliği görüldü ve Meşrutiyet sistemi geliştirildi. Aslında bu baştan beri hükümdarın halka karşı koyamayacağının bir kanıtıdır. Örneğin II. Abdulhamit’in tahta çıkması için meşrutiyet sözü vermesi.


 Halk kraldan yana tavırda devam etti bir süre çünkü insanların büyük çoğunluğu aslında yönetilmek ve düzenin bozulmamasını ister. (Kötü de olsa) İkinci bir neden ise başta söylediğimiz hükümdarın halkın işlerine çok karışmaması durumu. Şöyle ki milliyetçilik ile birlikte milli bilinç yükseldikçe milletler kendileri için isteklerde bulunmaktaydılar. Kendi düzenlerini bilmek, atalarını tanımak, tarihlerini öğrenmek gelişmek ve ilerlemek. Bu noktada hükümdarların yetersizliği ile beraber insanların diğer ülkeleri görmesi ve iletişimi de imparatorluklara darbe vurdu. Bu noktada dönüşümün asıl sebebinin insanların bilinçlenmesi olduğunu görüyoruz. En başta da yönetimler sorunları çözmek için zamanın en mantıklı yöntemiyle belirleniyordu ve günümüzde de en mantıklı olan ile hareket ediliyor. Fark ise sorunların ve isteklerin karmaşıklaşması ve tek kişinin bunu yapmasının imkansızlığı.

Modern Türkiye’ye gelirsek

Türkiye aslında Cumhuriyet ile ani tanışmış sanılsa da süreç Osmanlıya Abdulaziz dönemine dayanır. Yukarıda da değindiğim gibi hükümdar sorgulandıkça ve milli bilinç arttıkça ayrıca halkın da istekleri değiştikçe önce meşrutiyet gelişmiş daha sonra ittihat ve terakki ile padişah sözde kalmıştır. Sonrasında yaşanan kayıplar ve 1. Dünya savaşı sonrası padişahın halka karşı aldığı tavır ile Mustafa Kemal ve onun gibi daha birçoğunda halkın istediğini yapmak yeteneği görülünce kurtuluş savaşı sonrası bu kişiler yönetime geçmişlerdir. Ancak bu insanların bilinç düzeyi (kurtuluş savaşını kazandıran zeka) cumhuriyetin değerini bilmelerini ve onu ilanlarını gerektirir. Cumhuriyetin ilanından sonra sözü meclise ve halka geçirdiklerinde de buna dikkat etmişlerdir. Örneğin Mustafa Kemal yetkisi olduğu halde kanunların hiçbirini meclis onaysız çıkarmamış ve gerekirse günlerce çalıştırarak (Bir nevi ceza) her seferinde onamı almaya özen göstermiştir. Bu temel ile kurulan sistem sonrasında bugün de Türkiye’de halk yöneticisini seçimle seçmektedir ve kararlarını da bu seçim sonucunda başa gelenler vermektedir. Hükümet meclisin onayını almadan hüküm veremez ve kararlar da meclisin yasama sisteminden geçmeden alınamaz. Yürütme her halükarda bu yasamaya bağlı kalır.

Görsel kaynağı:
dunyabizim.com/portre/okuldan-kacti-hapis-cezasi-aldi-h2699.html

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

ÜÇ KİTAP, ÜÇ İNTİHAR (Notre Dame'ın Kamburu, Sefiller, Deniz İşçileri)

DİBİ GÖRMEK, SIFIRDAN BAŞLAMAK

İkarus'un Düşüşü Sırasında Bir Manzara Tablosu ve Önem Verme Üzerine