DİN TOPLUMLARIN AFYONU MUDUR?


     Marx'ın bu sözünü çok ilginç bulurum. Bir de sözün uzun versiyonuna bakınca tam tutumunun ne olduğu konusunda şüpheye düşüyorum. Şöyle ki:

"Din, bunalmış mahlukun iç çekişi, merhametsiz bir dünyanın ruhu ve aynı zamanda akılsız bir çağın kalbidir."

      Buradan çıkarılacak mana dine karşı olmak mıdır yoksa dinin insanın dünyada sığındığı bir sığınak olarak görmek ve dindarları da kapsayan bir sosyalizm midir tam emin olamamakla birlikte bana ikinci seçenek daha makul görünüyor.  Peki gerçekten de dinlerin toplumdaki yeri afyon mudur amaçları da bir kaçış ve sığınak oluşturmak mıdır? Bu konuda birçok yaklaşım mevcut ve bir kaçına bakmak gerekiyor. Tabi ilk olarak dinin ne olduğuna bir bakmak ve bakış açısını genişletmek gerek. Zira birçok açıklama (google bile) dini tanrı ile birlikte saydığı için dar bir bakış açısında sıkışıyoruz. Bu da büyük kesimi dini tanrıya ibadet olarak görmeye götürüyor. Ancak bir inanç olması için tanrı fikrinin olmasına gerek olmadığını unutmazsak konuya daha doğru açıdan bakabiliriz. 

     Mesela Yuval Noah Harari'nin kitabında ele aldığı 3 büyük din nedir sorusuna verilen yahudilik hristiyanlık ve islam cevabına bakalım. Neye göre bu cevabı verdik. Sayı bakımından bakarsak çok az sayıda olan yahudiliğin ilk üçte olması ne kadar mantıklı. Kadim doğu dinlerine bir bakalım harari gibi  mesela budizm. Diyelim köken ve etki olarak bakacağız. Yine doğu dinlerinin birçoğu çok derin geçmişe ve büyük bir etkiye sahip. Burada sanırım tanrı faktörü ve görece bize yakın olması sınıflandırmayı şekillendiriyor. 

      Din tanımını istediğimiz anlamda genişletmek gerekirse inanç diyebiliriz. Öyleyse yaptığımız her şeyi bir inanç uğruna yaptığımıza göre her şeyi din mi sayacağız. Sanırım bunu da sınırlandırmak gerek. Birçok kişinin ortak olarak inandığı ama kanıtlanmamış/kısmen kanıtlanmış, kurallar bütünü ve önderleri olan, gaye güden yapı diye kabataslak bir tanım getirmek daha doğru olabilir. Bu şekilde yaptığımızda dini/inancı tanrının tekelinde çıkarırız ve birçok akımı da din/inanç kapsamına sokabiliriz. Bu da yeterli kapsamı sağlayacaktır. Mesela;


Hristiyanlık, İslam, Yahudilik gibi tanrılı olanlar

Budizm, Maniheizm ya da antik Yunan dinleri gibi farklı tanrı bakış açısında olanlar
Deizm, Ateizm, Agnostisizm gibi yaklaşımlar
Ve hatta Humanizm ve onun kolları/mezhepleri olan Liberalizm, Sosyalizm ve Nazizm. (Bu da 1. ve 2. Dünya savaşını Din Savaşı yapıyor.)

     Amacım Harari'yi tekrarlayan bir yazı değil onun bakış açısı üzerinden bakış açımızı genişletmek. Bunu belirttikten sonra dinlerin ortak bir amacı var mıdır yoksa görevleri afyon olmak mıdır? diyerek konumuza geri dönelim.


Dinlerin kesişim noktası.

     Tarihe baktığımız zaman din adına yapılanları genelde kötü olarak görürüz. Savaşlarda binlerce insan ölmüş, Bruno'lar yakılmış, Galileo'lar susturulmuş, Darwin'ler dışlanmıştır. Yenilikler engellenmiş, insanlar köle edilmiş ve özgür iradeye ket vurulmuştur. Bu da şu sonuca çıkarım yapma imkanı doğurmuştur:
"Dinler insanları yönetmek, haklarını ellerinden almak, bir sistem oluşturup o sisteme karşı olanları acımasızca cezalandırmak içindir. Toplumun bir sistem ihtiyacına karşılık vermekle beraber toplumu yozlaştırmışlardır." 
    Peki bu doğru mu? Burada Karen Armstrong'un Tanrı Savunusuna değinelim. (Birileri Tanrıyı savunacaksa bari akıllı biri savunsun.) Kitabında Armstrong dinlere yakıştırılan bu katılığın aslında dinlerin doğasında olmadığını, aksine bunun modern zamanda ortaya çıkan köktendinci koyu muhafazakarların uydurması olduğunu ifade eder. Dinlere baktığımızda hepsinin değişken olduğunu görebileceğimizi ve döneme uygun şekil alabildiklerini de ifade eder. Bahsi geçen Galileo, Darwin, Bruno ve hatta Newton gibi daha birçok isim de söyledikleri bariz bir şekilde dönem dinine ters düşse de inançlarını bir kenara bırakmamışlardır sözgelimi.
     Yine incelemeye devam ettiğimizde dinlerdeki ortak öğretinin de insanları yönetmek, hiyerarşik çıkarcılığı teşvik etmek değil de kendini, egonu, isteklerini bir kenara bırakabilmek olduğunu da görmemiz gerek.En azından başlangıçlarında bu ortaklık var. Açıklamak gerekirse:

İslam: Kelime anlamı zaten teslimiyettir ve ayrıca Kuran'da da bunu birçok yerde vurgular.

Hristiyanlık:Birisi tokat attığı zaman öteki yüzünü dön öğretisi. Ceketini alana gömleğini de ver de der.
Yahudilik: Düşmanını kendin gibi sev öğretisi.
Budizm: İsteklerinden vazgeçmeden Nirvana'ya erişememe durumu.
Bu mantıkla mesela sosyalizm için de kendi çıkarların değil toplum çıkarlarını seç durumu vardır ve bu genişletilebilir. Sonuçta sosyalizm de bir din gibi hareket etmiştir.

    Kısaca dinlerdeki kadim öğreti kendini/egonu bir tarafa bırakma erdemidir. Zaten dinleri ayakta tutan birçok insanın yaptığı şey de budur. Bunu Afyon ile bağlayıp kendini kaybetme olarak görmek yerine kendini aşmak olarak değerlendirmek daha mantıklı olacaktır. Çünkü burada bir kaçış değil teslim oluş, kabullenme söz konusu olmalıdır. Günümüzde de var olan birçok sorunun kökeninde bencilliğin yattığını, gösteriş merakı ve tüketim çılgınlığını hesaba katınca da özgür oldukları yalanıyla kandırılan büyük bir çoğunluğu dikkate alınca bunun üstünde durmak gerekiyor. Çünkü aslında bu ikinci grup köktendinci aşırılığı ile aynı davranışı sergiliyor.

    Belki de dinlerin öne sürdüğü birçok fikir bugünün sıkıntılarına çözüm olabilecektir. Mesela özgür olduğumuz ve kontrole sahip olduğumuz yanılgısından  kaynaklanan bencillik, çıkarcılık ve bunlarla bağlantılı anksiyete bozulmaları, kaybetme korkusu, anlamsızlık ve yalnızlık. İnsanın kendine bu kadar çok değer vermemesi ve egosunu bir kenara atabilmesi bu sorunlarla karşılaşan insanlar için etkili olabilir. Ya da anlam arayışında dini kişilikler de örnek alınabilir. (İnanmasan bile)

    Söylemek istediğim katiyen  dinlerin hakim olduğu zamanlara dönmek değil. Aksine şuan ki laik/seküler sistemden gayet memnunum. Dinlere inanmak gerektiğini de söylemiyorum. Hatta dinler sebebiyle çıkan sorunları da inkar etmiyorum. Ancak dinlerin çok uzun süre boyunca hakim olduğu ve birçok erdem ve çözüm ile uzun süre insan hayatına ve ilerlemesine yardım ettiği gerçeğini bir kenara atamayız. Mesela -gene Armstrong'un söylediği gibi- Freud'dan çok önceleri ortaya konan ego ifadesi. Ya da Schopenhauer'den çok önceleri olan budist yaşam tarzı. 

    Kanımca bunların üzerinde düşünmeli ve belki de yapılarını değiştirmeliyiz. Anlamlarını sorgulamalı din hakimiyeti boyunca nasıl etkili olduğunu araştırmalıyız. Bu kavramları köktendincilere bırakamayacağımız ortada. Din adına yapılanları dinlerin felsefesi ile karıştırmak ya da onlara düşmanlık beslemek da yersiz zira din ile yönetilmeyen bir dünyadayız ve herkesin uyduğu kuralların dinlerin tekeline geçmesi artık mümkün değil. Dinlerin ,köktendincilik sebebiyle, tehdit olduğu dönemleri geride bıraktık sayılır.

    Bir de dinlerden tamamen uzak bir toplumda yaşasak bile bağnazlığın cahilliğin ve kötülüğün bitmeyeceğini de hatırlatmak gerek. Boş insanlar kendi boş yaşamlarında peşinde sorgulamadan koşacakları şeyleri her zaman bulurlar. Örneğin : Uzaylılar tarafından kaçırıldığına inananlar, astroloji ve fallar ile hareket edenler, bilim olduğunu zannedip sözde bilim ile insanlığa zarar verici çıkarımlar yapanlar, Sosyal-Darwinistler (Darwin'in bile kabul etmediği- Naziler burada mesela), tek bildikleri çıkarları olan vahşi kapitalistler....

    Gerçekten düşman olmamız gereken şeyin inançlar değil; cehalet, kötülük, vahşet, adaletsizlik gibi kavramlar olduğunu unutmamalıyız.

Görsel .kaynağı : Altüst.org


Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

ÜÇ KİTAP, ÜÇ İNTİHAR (Notre Dame'ın Kamburu, Sefiller, Deniz İşçileri)

DİBİ GÖRMEK, SIFIRDAN BAŞLAMAK

İkarus'un Düşüşü Sırasında Bir Manzara Tablosu ve Önem Verme Üzerine