YALNIZLIK GEREKLİ MİDİR?


   















  Tanımına baktığımızda yalnızlık etrafında kimsenin olmaması (toplumumuzda "kimsesiz kalma") durumu olarak gösteriliyor. Peki bu nasıl bir durum? Yalnızlığın insana kattığı bir şeyler var mı yoksa daha çok götürüyor mu? 

     Tür olarak sosyal olacak şekilde evrimleşyiğimiz için sosyallik derinlerine işlemiş canlıları. Öyle ki  gerçekleştirilen başarıların bile etkisi izleyiciye bağlı. Kimsenin görmediği başarıyı kutlamayan bir beyin yapımız var ve ödül sistemimiz var. Bu ödül sistemimiz ve düşünce yapımız birlikte olduklarımız ile sıkı sıkıya bağlı. Dolayısıyla ilerlemek yetmiyor, bunu göstermek de elzem oluyor öyle ki ikincisi ilkinden daha önemli. 

Kabul görme arzusu türümüzün evriminin çok önemli bir parçası evet. Sebebi de diğer canlılardan daha düşük yeteneklerle başlayıp çok daha fazlasına ulaşma potansiyelinin kullanılmasını sağlıyor. Bu potansiyel kullanılmalı ki gen haritasından silinmeyelim. Ya da daha doğru bir deyişle bunu kullanmayanlar gen haritasından silindi.Yeni doğan bir çocuğun hiçbir şey karşılayamaması ve gelişimi için aileye muhtaç olması gibi yetişkin insanın da tek başına yetersiz kalması ve bir ekibe ihtiyaç duyması burayla ilgili. Bunu daha da ilerlettiğimizde ekipler diğer ekiplere, ülkeler ülkelere, şirketler şirketlere. Taa ki evrimde başarılı olmayı geçip artık evrimi yönettiğimiz güne kadar. Grup olmakta hal böyleyken yalnız kalanın kaybedeceği aşikar olduğu için yalnızlık korkulan bir şey olarak kaldı yeni çağa, birey olmanın ve bireye önem vermenin toplumları daha da ilerlettiği yere kadar. 

     Sorun da bu noktada yani birey kavramı oluştuktan/yayıldıktan sonra kişinin birey olması, bunu istemesi ama içinde bulunduğu grubun buna müsaade etmemesi ile  başlıyor. Kişi bu burada türü (ya da daha dar kapsamda ailesi, arkadaş ortamı, iş çevresi, bağlı bulunduğu cemaat ) için çabalarken bir yerde bir şeylerin ters gittiğini fark ediyor. Aslında bulunduğu grubun inandıklarına inanmadığını, aynı istekleri olmadığını, uğruna hayatını koyacağı ayrı hedefleri olduğunu görüyor ve sorular başlıyor.

-Buraya ait miyim?
- Benim gibi düşünen de var mı?
-Benimle aynı kafadakiler ile olmam gerekmez mi?
-Peki bu insanlar (benim gibi düşünenler) var iseler neredeler?
-Onlara ulaşmam mümkün mü?

ve en önemlisi:
-Bedeli nedir? Açalım:

    Hepimiz bir grup içerisinde dünyaya geliriz tamam. O grubun doğruları ile hayatımızı sürdürürken başkalarını görmez, duymaz veya üzerine düşünmezken yaşam rahat sürüyoruz bu da tamam. Sonra çevreden  kopma zamanımız geliyor ve ilk bedel aileden uzak kalma bedeli ile başkalarını gördüğümüz yeni bir dönem başlıyor. Kişi farklı olanları görüyor. Öğretilenin haricinde şeyler söylüyorlar bu farklı olanlar. Kişiyi kendine çeken uzun süredir sorduğu ve cavabını alamadığı birtakım sorulara cevaplar veriyor bu yabancılar (ve bingo!) artık doğduğundan beri inandığı değerleri sorgulamaya başlıyor. 

Tabii bu çevrenin hoşuna gitmiyor. Çünkü bilmediğimiz yerleri hayalimizde kötü şeylerle doldurup kendi konumumuzdan çıkmamaya yatkınız. Ayrıca bilinçaltımız da boş kalan yerleri orada olmayan şeylerle ki genelde kötü şeylerle doldurmaya meyilli. İnsanın yalan söyleme ve buna inanma potansiyelini de üstüne kattık mı al sana dışarıda ölüm/kötülük var tabusu. İki seçenek sunuluyor artık başkalarınkn olduğunu da bilen bünyeye:

-Ya dışarıda ölüm/kötülük yoksa ve aradığımı bulabilirsem demek: Bu noktada yapman gereken şey eski kaşiflerin yaptığı gibi zihin haritandaki aslında bilmediğin yerleri dolduran cinleri, şeytanları çıkarıp oraya doğru yol almak.

-Ya da benim inandığım, yaptığım, bildiğim doğrudur demek: Burada da yapılacak şey aramak için çıkmadığın yolculuktan pişman olmamak için o haritaya yeni öcüler yerleştirmek veya eskilerine de sadık olmak.

    Yalnızlık birinci seçeneği seçenler için yeni bir bedel olarak sahneye çıkıyor. Sebebi basit artık sen içinde bulunduğun çevreyle uyumlu değilsin ve tabi uyumlu olduğun çevreyi de hemen bulamayacaksın. Önce kendi üstüne yapıştırılan tanımları yırtıp kendini sorgulama sürecinden geçmen gerekli. Murathan MUNGAN sözü ile:

Her insan, kendi olması karşılığında topluma bir bedel öder. Az ya da çok, ama mutlaka bir bedel.Kimse bedelsiz kendi olamaz. Bu bedel çoğu kez yalnızlıktır. (Yüksek topuklar-Murathan MUNGAN)
  Kendini sorgulama sürecinde ailenle, arkadaşlarınla, akrabalarınla kısaca herkesle ters düşme olasılığın var ve tavsiyem insanlarla gereksiz tartışmaktan uzak durmak. Çünkü insanları fikirlerine inandırmak yerine zaten aynı fikirde olanları aramak daha mantıklı. Bu yalnızlık bedeli ödenecek yani.

 İnsanlardan bağını koparmak ya da hepsiyle kavgalı olmak demek değil bu onlar hala aile ve arkadaşlar ama kişi varlığının da farkında olmalı ve bunu hissettirmeli demek istiyorum. Çalışmaların, öğrenimlerin, ya da zamanın onlar ne der diye düşünerek geçmesi yerine  kendin için bir şeyler yapmayı da öğrenmek diyorum.

Zaten yalnızlık aslında kendin için bir şeyler yapmaya başladığında devreye giriyor. Çünkü çevre ikinci seçeneği kuranlarla dolu ve hal böyle olunca da ilk seçeneği seçeni de dışlama eğiliminde. Maslow'un dediği gibi:


*Gelişimin ileri aşamalarında kişi temelde yalnızdır ve kendinden destek alması gerekir.
*Eğer bile bile gücünüz yettiğinden daha azı olmayı planlıyorsanız; sizi uyarırım, hayatınızın kalanında mutsuz olacaksınız. Kendi yeteneklerinizden ve  olanaklarınızdan kaçıyor olacaksınız.



   Kısaca Yalnızlık insana verilebilecek en büyük cezadır diye bir yanlış vardır. Yalnız kalan insanın bununla mücadelesi gerçekten çok zordur. Ancak önünde doğruluğuna inandığın bir şeyler varsa bu ceza değil de bedele dönüşür. Asıl ceza bu bedeli ödememenin pişmanlığı olacaktır. Hele de insanların farklı düşünüyorlar diye yakılarak, işkenceyle öldürüldüğü (Giordano Bruno gibi) dışlandığı (Darwin ve Nietzsche gibiler) zamanlarda değilsek.

Peki ne zamana kadar?

     Bu zamanda yukarıda saydıklarımın üzerinde çok durulduğunun farkındayım ancak sürecin ilerisi hakkında da bazı şeylerin dile getirilmesi lazım. Mesela kariyer meselesi. Topluluk yaşamından bireysel yaşama geçişte insanlara olan bağlılığımız azaldı ve bu da bizi istediğimiz kariyeri yapabilmeye götürdü. Kredi imkanları maddi güç için kimseye bağlı kalmamayı sağlarken, imkanların artması da başkalarına bağ(ım)lılığımıza darbe vurdu.

 Yalnız benim de geç fark ettiğim bir şey var.
Geliştikçe bir önceki gruptan insanlarla bağımızı kesip yalnız başına ilerlemek bir süre sonra bütün anlamını yitiriyor çünkü anlamlı olabilmesi için buna şahit olanların olması gerek en başta söylediğim gibi. 

Sandığımız gibi özgür değiliz. Hala bağlı olduğumuz güdülerimiz ve isteklerimi var ve başarı için feda ettiklerimiz başarının kendisinde bile değerli olabiliyor. Demek istediğim arada bir de durup düşünmek lazım "ne yapıyorum ben" diye ve farkında olmak lazım "feda ettiklerimizin". Yoksa sonrası eldeki bulgurdan olmak durumuna getirebilir bizi. Bizi kısıtlayan tamamen farklı kişilerden koptuktan sonra yanımızda  ne olursa olsun bulunacak kişilerin varlığını görmezden gelmemeli ve birilerinin de yanında olmalıyız ki anlamlı olan değerlerimiz olsun. Sonuçta önemli olanın ne olduğunu görebilmek hayatidir bazen:

Yaşamımı paylaşacak biri olmadan yaşam hakkının, sesimi duyacak biri olmadan düşünce özgürlüğünün ne anlamı vardı ki? (Aşk üzerine - Alain de Botton)


Karikatür Yiğit Özgür (Sanırım :D)

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

ÜÇ KİTAP, ÜÇ İNTİHAR (Notre Dame'ın Kamburu, Sefiller, Deniz İşçileri)

DİBİ GÖRMEK, SIFIRDAN BAŞLAMAK

İkarus'un Düşüşü Sırasında Bir Manzara Tablosu ve Önem Verme Üzerine