KAYBETME KORKUSU
Biraz Schopenhauer, Biraz Nietzsche
Korkuyla mı güdümleniyoruz? Yaptığımız onca şey, hedeflerimiz hayallerimiz tutkularımız arkasındaki korkuyu gizlemek için mi var? Psikanalistler bunu açıklasın:) Benim bugün ilgilendiğim daha dar ama daha çok şeyi etkileyebilen "Kaybetme Korkusu". Tabirin kendisi bile insanı olumsuz etkiliyor. Çünkü kaybetmek ve korkmak kelimeleri ve çağrışımları art arda. Sahip olduğun bir şeyin (belki kişi, belki mutluluk gibi bir duygu fark etmez) artık olmaması ihtimalinden duyulan his. Aslında bu doğal bir durum, evrimimizin bize getirdiği ve hayatımızı sürdürürken çok fazla işe yarayan hatta hayatta kalmamızı sağlayan etkenlerden biri. Özellikle de ölümlerle, savaşlarla, salgınlarla, vahşi hayvanlarla ve hatta insanlarla mücadele edilen yaşamanın bile şans sayıldığı zamanlarda çok hayati. Anlamak için son yüzyıldan önceki milyonlarca yıla bakmak yeterli. Ancak son yıllarda bir şey oldu. İnsan saydığım sorunları çözmeye başladı ve epey de yol aldı. Teknoloji, ortamlar ve koşullar çok değişti ama insan o kadar da değişemedi. Beynimizim prefrontal korteksi(Dilde biliyo p*zvenk) dediğimiz (bilinç) kısmı çok gelişse de kalan büyük kısım hala aynı güdülerle devam ediyor.
Modern insan, modern sunumlar yaparken ilkel insanın ayı karşısındaki korkusuna kapılıyor sonuç olarak. Bu bilinçli bir durum değil bu yüzden karşısında ayı olmadığını bilse de bunu engellemenin kolay olmaması da normal. Bilinçli olmayana bilinçli telkinler işe yaramıyor zira. Ayrıca sosyal canlılar olmamız ve statü kavramına verdiğimiz önem de bir diğer tetikleyici. Kabul etmesi zor belki ama hiyerarşik düzeni gerçekten önemsiyoruz. Tıpkı diğer primatlar gibi. Doğal olarak da kaybetme korkumuz oluşuyor.
Evrimsel süreci bir kenara bırakıp işin psikolojik boyutlarına bakınca da durum çok iç açıcı değil. Çoğumuz bir yarış içerisinde büyüdük ve uzun yıllar boyunca başarısızlık-mutsuzluk-kaybetmek-beceriksizlik-yetersizlik gibi kelimeler birbirine eşlenip durdu. Ayrıca yeni imkanların gelişmesi de bu duruma kötü etki etti. Şöyle ki imkanı olmayan insanın bu bahanesini elinden aldık ve bu kaybı ya da başarısızlığını ona yüklemek anlamına geldi. "Ben bu kasta aidim" ya da "ben fakir doğdum" diyemiyor kimse çünkü kast sistemini yıktık ve her taraftan yokluktan gelen başarıları gösterip duruyoruz. Tek sorumlu bireyin kendisi artık. Neyden sorumlu bu birey ? Ayrıca bu sorumluluğu yüklenmesinin anlamı var mı? Gerçekten bir kayıp ya da kazançtan söz edebilir miyiz? Bunları sormuyor toplum ve başarı tanımına uymanı bekliyor. Ancak soranlar da yok değil. Örneğin Şu iki abimiz: Nietzsche ve Schopenhouer.
!!!!
Unutmadan bu bir "İkisini de dene tarafını seç." meselesi değil. Daha önce de belirttiğim gibi kitaplar, felsefeler, akımlar yol gösterse de yolu gitmek, başka bir yol seçmek veya yenisini açmak kişinin kendisine bağlı.
!!!
SCHOPENHAUER VE KAYBETMEMENİN YOLU
Schopenhauer'in hayatı bir oyun olarak gördüğünü söyleyebiliriz. Bu asla değer verilmemesi gereken bir oyun çünkü kazanç diye bir şeyin olması mümkün değil.
(Karamsar mı geldi şunlara bir bakın
"Daha altı yaşında bir çocuktum;annemle babam bir akşam yürüyüşten döndüklerinde beni derin bir keder içinde buldular."
"Hiçliğin o keyifli dinginliğini yok yere bozan bir olay diye niteleyebiliriz hayatımızı.")
Onun görüşleriyle hareket edersek bu oyunda bir şeyler elde edilse bile bunun uğraşmaya değmeyeceğini ve sonuçta mutluluk getirmeyeceğini, aksine (kendi ifadesiyle) mutluluk için çalışmak yerine mutsuzluktan kaçınmanın daha doğru olduğu sonucuna varırız. Buradaki mantık kanımca insanların başarma isteklerinin kaybetme korkusundan doğması. Öyleyse başarmak yerine kaybetmemeye odaklanırsak asla kaybetmeyeceğiz demektir. Peki kaybetmemenin yolu nedir? Tabi ki OYNAMAMAK.
Bunu ergen atarı gibi görmeden önce üzerinde bir düşünmek gerek. Birçok konuda hepimizin keşkeleri var.Üzüldüğümüz şey aslında elde edemediğimiz değil de yaptığımız yatırım oluyor ki zaten keşkenin temelinde de bu pişmanlığın kokusu var. Bu bağlamda en azından belki birçok konuda oynamayabilirdik. Peki bu daha mı iyi olurdu? O acıları çekmemek, o kayıpları yaşamamak? Bunu Nietzsche de düşünmüş ona değineceğiz ama Schopenhauer için şunu söylemek gerek diye düşünüyorum:
Mesele aslında oynamamaktan ziyade değer vermemekten geçiyor da olabilir. Nitekim Goethe kendisi ile tanıştıktan sonra kendisine
Willist du dich des Lebens freuen, So musst der Welt du Werth verleichen.
Keyif almak istiyorsan hayattan, değer vermelisin dünyaya.diye yazmıştı. Bu öğüdü pek ciddiye almış mıdır, bunu not ettiği sayfanın yan tarafına yazdığı Chamfort'dan
Il vaut mieux laisser les hommes pour ce qu'ils sont, que les prende pour ce qu'ils ne sont pas.
İnsanları oldukları gibi kabul etmek, onları olmadıkları bir kişi gibi görmekten yeğdir.ifadesine bakarak değerlendirebiliriz.
Unutmayalaım ki Schopenhauer da bir çok şey için emek harcadı, yazılar yazdı. Her ne kadar odasında günler aylar geçirse, her ne kadar hayata atılmaktan kaçınsa da yaşamadı demek çok doğru değil. Aslında kalbi kırık ve hassastı, belki de kaybetme korkusu da dahil olmak üzere bir sürü sorununa bu şekilde cevap verdi demek daha doğru. (Değer verilmemek, başarısızlık, reddedilmek.....)
NİETZSCHE ve REDDEDİLMEK
Oynamamaktan bahsederken akla ilk iyi de bu yaşamamak ya da kaçmak demek değil mi? sorusu geliyor. Nietzsche de öyle düşünmüş olmalı çünkü başlangıçta Schopenhauer'i desteklerken sonra onun felsefesinin karşısına geçti. Nanburg'da askerdeyken Masasında fotoğrafı bulunan Schopenhauer'a ne zaman sıkıntıya düşse "Schopenhauer yardım et bana!" diye seslendiği bir filozoftan bahsediyoruz. Buna rağmen filozofun düşüncelerini irdeledikten bir süre sonra bunun kaçmak ya da saklanmak olduğunu düşünerek acılardan kaçmak yerine onlarla yüzleşmeyi insanları "üstinsan"a çıkaracak bir yol olarak gördü. Bu yüzden de "Öldürmeyen acı bizi güçlendirir." diyerek felsefesini temellendirdi. Daha sonrasında buna uyarak sorumluluk üstüne sorumluluk almak gerektiğini ifade etti ve keyifsizlik ve keyfin birbirine bağlı olduğunu ve ne kadar keyif alacağını insanın kararlaştırdığını öne sürdü.
Nietzsche acıdan kaçma durakları olarak gördüğü alkole de, istediğimiz şeyi istemiyormuş gibi gösteren ve ona saldırganlık eden dönem hristiyanlığı'na da karşıydı. Elde edemesek bile istediğimiz şeye inanmamız gerektiğini söylüyordu. Kısaca -tabi kısaca demek uygunsa- kaybetme korkusundan kaçmak yerine istediğinin üstüne gitmek ve reddedilmelere rağmen vazgeçmemek de onun çözümüydü.
Peki bunu ne ölçüde başardı? Hayatına baktığımızda kendisinin farkında olan ve değerinin ilerde anlaşılacağını öngören bir filozof görürüz. Doğal olarak yaşamında kabul görmedi. Bu başarısızlık yetmezmiş gibi duygusal anlamda da birçok sefer reddedildi. Bu süreçte gerçekten de acı çekti ama düşündüğü gibi bir üstinsana ulaştı mı?
Evet: Sonuçta dünya tarafından bilinen ve insanlığı etkileyen biri olmuştu.
Hayır: Öldürmeyen acı onu güçlendirseydi eğer bir ata sarılıp sevdiği kadının ismini söylemezdi ve ömrünün son yıllarında akıl hastalığı çekmezdi.
Bir sonuca varmak gerekirse, filozoflar için bu mümkün değil konumuz için diyorum, kaybetme korkusu ile herkesin karşılaşacağı açık ama bunun gerekliliğini sorgulamak en mantıklısı gibi geliyor. Gerçekten gerekli bir şey için mi yoksa sırf olması gerektiği için ya da aksi takdirde kötü olacağına inandırıldığımız için mi mücadele ediyoruz sorusu yani. Kaybedersek ya da kabul görmezsek ne olur?
Bence oyunu oynamak ama çok fazla ciddiye almamak ve kontrol yanılsamasından kurtulmak gerek. Sorumluluklarımızın altında ezilmek ve bunlarla mücadele etmek beni güçlendirecek demektense gerçekten sorumlu muyuz diye düşünmek çok daha elzem geliyor. Bir şeyi kaybetmek ya da kazanmak gerçekten de salt elimizde değilken üstüne bu kadar düşmek yerine yapılabileceklere bakmak, buna değer mi diye sormak ve başarısızlığın (ve başarının da) çok anlam ifade etmediğini görmek gerekli. Çünkü harcadığımız şey hayatımız ve onu yaşamak, kazanmaktan da kaybetmekten de oyundan da önemli.
EDİT: BİLGİLER VE ALINTILAR VE DAHA FAZLASI İÇİN : FELSEFENİN TESELLİSİ- ALAİN DE BOTTON
EDİT: BİLGİLER VE ALINTILAR VE DAHA FAZLASI İÇİN : FELSEFENİN TESELLİSİ- ALAİN DE BOTTON
Yorumlar
Yorum Gönder